7 Şubat 2013 Perşembe

GÜNEŞ



Güneş sisteminin merkezinde yeralan, en yakın yıldız, Dünya’dan ortalama 149.591.000
 km uzaklıkta, 1,39 milyon km çapında, ışık saçan dev bir gaz küresi olan Güneş’in en önemli bileşeni hidrojendir; yaklaşık % 5 oranında helyum ve daha ağır elementleri
 içerir. 1,99x10(33) erg/saniye hızıyla enerji üretir. Bu enerji, en çok, görünür ışın ve kızılaltı ışınım olarak uzaya yayılır ve Yer’de yaşamın sürmesinin başlıca nedenidir.
Çapları bin kat daha büyük ve kütleleri birkaç yüz kat daha ağır olan bilinen en büyük yıldızlara karşılaştırılınca, Güneş, astronomi sınıflandırmasında cüce yıldız sınıfına girer. Ama kütlesi ve yarıçapı, Gökadamız’daki (samanyolu) bütün yıldızların ortalama kütlesine ve büyüklüğüne yakındır; çünkü birçok yıldız Yer’den daha küçük ve daha hafiftir. Güneş, tayfı, yüzey sıcaklığı ve rengi nedeniyle, astronomlar tarafından kullanılan tayf türleri şemasında “G2 cüce” diye de sınıflandırılır. Yüzey gazlarının yaydığı ışığın tayf şiddeti, 5000 A’ya yakın dalga boylarında en büyüktür; güneş ışığının niteleyici sarı rengi bundan ileri gelmektedir.İçinde yaşadığımız Evren'i tanıma çabamız, binlerce yıldan bu yana sürüyor. Günümüzde, en modern teleskoplar sayesinde,
 Evren'in en uzak köşelerini, milyarlarca ışık yılı ötedeki gökadaları görebiliyoruz. Oysa, Evren'de küçücük bir nokta gibi kalan, içinde yaşadığımız Güneş Sistemi'miz hâlâ gizemlerle dolu. Uzay Çağı'nın başlangıcından bu yana yapılan çalışmaların büyük bölümü, Güneş Sistemi'ni keşfetmek içindi. Bugün, gerek bu çalışmalara gerekse çevremizdeki başka olası gezegen sistemlerine bakarak Güneş Sistemi'mizin oluşum öyküsünü anlatabiliyoruz.
Güneş Sistemi'nin bir bulutsudan oluştuğu düşüncesini, aynı zamanda bir fizikçi de olan Prusyalı filozof, Immanuel Kant ortaya attı. Kant, ilkel Evren'in ince bir gazla dolu
 olduğunu canlandırdı düşüncesinde. Başlangıçta homojen dağılmış bu gazda, doğal olarak zamanla bir takım kararsızlıklar ortaya çıkmalıydı. Bu kütleçekimsel kararsızlıklar, kütlelerin birbirini çekmesine, dolayısıyla da gazın belli bölgelerde topaklaşmaya başlamasına yol açacaktı. Peki, bu topaklar neden disk biçimini alıyordu?Kant, bunu da çözdü. Başlangıçta çok yavaş dönmekte olan gaz topakları, sıkıştıkça hızlanıyordu. Bu, çok temel bir fizik ilkesine, "Momentumun Korunumu İlkesi" ne dayanır. Bu ilke, genellikle bir buz patencisi örneğiyle açıklanır: Kolları açık, kendi çevresinde dönen buz patencisi, kollarını kapadığında hızlanır.
Benzer olarak, kütleçekiminin etkisiyle sıkışmaya başlayan gazlar da giderek hızlanır. Dönmenin etkisi gaz topağının incelerek bir disk biçimini almasını sağlar. İşte, bu disklerden birisi Güneş Sistemi'mizi oluşturmuştur.
Güneş’le ilgili modern çalışmalar, Galilei’nin güneş lekelerine ilişkin gözlemleriyle ve bu
 lekelerin hareketlerine dayanarak Güneş’in dönüşünü bulmasıyla 1611’de başladı. Güneş’in büyüklüğüne ve Yer’den uzaklığına ilişkin ilk yaklaşık doğru belirleme, 1684’te yapıldı; bu belirlemede, Fransız Akademisi’nin 1672’de Mars’ın Yer’e yaklaşması sırasında yaptığı nirengi (üçgenleme) gözlemlerinden elde edilen veriler kullanıldı. Joseph von Fraunhofer tarafından 1814’te Güneş’in soğurma çizgili tayfının bulunması ve Gustav Kirchhoff tarafından 1859’da bunun fiziksel yorumunun yapılması, güneş astrofiziği
 çağını başlattı; bu dönemde, Güneş’i oluşturan maddelerin fiziksel durumunu ve kimyasal bileşimini etkili olarak inceleme olanağı doğdu. 1908’de George Ellery Hale, güneş lekelerinin güçlü magnetik alanlarını belirledi; 1939’da Hans Bethe, güneş enerjisinin oluşumunda nükleer füzyonun oynadığı rolü aydınlattı.
Yeni gelişmeler, bilim adamlarının Güneş’le ilgili görüşlerini değiştirmeyi sürdürmektedir. Güneş rüzgarının doğrudan doğruya belirlenmesi 1962’de gerçekleştirilmiş, Güneş’in yüksek hızlı tekrarlanan akıntılarının kaynaklarıysa 1969’da taç (korona) deliklerine ilişkin gözlemlerle belirlenmiştir. Kant'ın bu düşüncesi, daha sonra birçok gökbilimci tarafından kabul gördü; ancak, herhangi bir yıldızın çevresinde böyle bir oluşum
 gözlenemediği için, 1980'lere değin bu düşünce, bir varsayım olarak kaldı, kanıtlanamadı. Sonra, gökbilimciler, T Boğa türü yıldızların, yaklaşık üçte birinin,
 normalin çok üzerinde kızılötesi ışınım yaydığını keşfettiler.
Yıldızın etrafındaki toz bulutu, yıldızın yaydığı kısa dalgaboylu ışınımı soğuruyor; sonra daha uzun dalga boyunda, yani kızılötesi ve radyo dalga boylarında ışınım yayıyordu.
Birkaç yıl sonra, gökbilimciler bazı yıldız oluşum bölgelerine radyo teleskoplarla baktıklarında yıldızların etrafındaki karanlık, toz içeren diskleri doğrudan görebildiler. Hubble Uzay Teleskopu'nun keskin gözleriyle yapılan gözlemlerde, 1600 ışık yılı uzaklıktaki Orion Bulutsusu'ndaki yıldız oluşum bölgeleri incelendi. Böylece, genç yıldızların etrafındaki gaz ve toz diskleri ilk kez görünür dalgaboyunda görüntülenmiş oldu.

 


26 Ocak 2013 Cumartesi

GÖLLER



Kara içlerindeki çukurlukları dolduran durgun sulara göl denir. 

Göllerin Özelliğinde (acı, tuzlu, tatlı olmasında) Etkili Faktörler: 

1. Gölün büyüklüğü ve derinliği:Büyüklük ve derinlik arttıkça tuzluluk azalır. 

2. Gölün gideğeninin olup olmaması: Göl sularını bir gideğen ile boşaltabiliyorsa suları tatlı olur. 

3.
İklim: Nemli iklim bölgelerinde göllerin tuzluluğu daha azdır. Genelde tatlı suludurlar. 

4. Göl çanağını oluşturan kayaların özelliği 

OLUŞUMLARINA GÖRE GÖLLER 

1. Tektonik Göller: Yer kabuğu hareketleri ile oluşan çukurlukları dolduran sulardır. En fazla Doğu Afrika’da görülür. Yurdumuzda ise Tuz G., Manyas (Kuş g.), Ulubat, İznik, Sapanca, Akşehir, Beyşehir, Burdur, Eber, Hazar, Ilgın gölü gibi. 

2. Karstik Göller: Karstik bölgelerdeki çukurlukları dolduran durgun sulardır. Ör: Salda, Suğla, Kestel, Avlan, Kovada gölleri gibi. 

3. Buzul Gölleri: Yurdumuza bazı yüksek dağların üst kısmında görülür (Cilo, Sat, Ağrı, Tendürek, Süphan, Kaçkar, Uludağ, Erciyes, Bolkar, Aladağlar,Bey dağları gibi). Dünya üzerinde en fazla Kuzeybatı Avrupa’da görülür. Ayrıca Kanada’nın güneyi ile A.B.D’nin kuzeyindeki göller buna örnektir. 

4. Volkanik Göller: Yurdumuzda Nemrut, Meke Tuzlası (Konya –Karapınar), Gölcük (Isparta), Acıgöl (Konya) gölleri buna örnektir. 

5. Doğal Set Gölleri 
Heyelan Set Gölü: Tortum, Sera, Abant, Yedi Göller. 
Alüvyon Set Gölü: Marmara, Bafa(Çamiçi), Köyceğiz, Eymir, Mogan 
Kıyı Set (Lagün): B. Ve K. Çekmece Terkos (Durusu) 

,Akyatan, Balıklı, Simenlik • Volkanik Set: Van ,Erçek, Nazik, Balık, Çıldır. 
Buzul (Moren set) Set : En fazla K.Batı Avrupa’da görülür. 

6. Yapay Set : Baraj gölleri buna örnektir. Yurdumuz akarsuları üzerinde baraj kurmaya en elverişli bölgemiz D.Anadolu, en elverişsiz bölge Marmara Bölgesi’dir. Hidro elektrik potansiyeli en fazla olan bölgemiz D.Anadolu Bölgesidir. 

Barajların Yapılış Amaçları 

Enerji üretmek, 
İçme ve sulama suyu sağlamak, 
Taşkınları önlemek, 
Balıkçılık 

23 Ocak 2013 Çarşamba

YILDIZLAR


İçinde yaşadığımız Evreni tanıma çabaları yüzyıllardır sürüyor. Bu çabalar sonucunda pek çok gökcisminin yapısı anlaşıldı. Bunlarla birlikte yıldızların yapılarının anlaşılması da içinde bulunduğumuz yüzyılda gerçekleşti ve Evren'deki yerimizin özel olmadığının farkına varıldı. 
Fizikçi Sir Arthur Eddington, daha 1920'li yıllarda, çok uzak olmayan bir gelecekte, yıldız gibi 'basit'bir cismin nasıl çalıştığının anlaşılabileceğini söylemişti. Nitekim, 30 yıl içerisinde gerçekten, bir yıldızın nasıl 'çalıştığı'sorusu çözüldü. 
Geceleri, gökyüzüne baktığımızda, binlerce yıldız görürüz. Gördüğümüz bu yıldızlar, genellikle yeryüzüne diğerlerine oranla daha yakın, bu nedenle de parlak görünen yıldızlardır. Bu parlak noktaların güzelliği ve ulaşılmazlığı, çok eski çağlardan bu güne insanların ilgisini çekmiş; onların oluşturdukları şekilleri, birtakım tanrılara; mitolojik kahramanlara ya da günlük hayatta kullanılan araç-gerece benzetmişlerdir. 
Sadece bununla da kalmayıp, gökyüzünü belirli bölümlere ayırarak, her bölgeye içinde bulunan takımyıldızın ismini vermişlerdir. Yıldız katologları oluşturarak, her bölgedeki gökcisimlerini konumlarına göre isimlendirmişlerdir. 
19. yüzyılın sonlarına doğru, teleskopların ve gökbilimin gelişmesine bağlı olarak, gökcisimlerinin de yapıları anlaşılmaya başlandı. Bugün, bir yıldızdan kaynaklanan ışığı, yeryüzünde yapacağımız birkaç basit işlemle hesaplayabiliyoruz. Bir takım spektroskopik ve fotometrik ölçümler (tayf ve ışık ölçümleri) yardımıyla bir yıldızın nasıl "çalıştığını" anlayabiliyoruz. 
Hertzsprung ve Russell adlı iki astrofizikçi, 20. yüzyılın başında, yıldızların yaydıkları ışımanın şiddetine karşı sıcaklıklarını bir grafik haline getirdiler. Hertzsprung ve Russell, bekledikleri gibi, bir yıldızın sıcaklığı ve ışıma şiddeti arasında sistematik bir ilişkinin olduğunu gördüler. Çıplak gözle gördüğümüz yıldızların hemen hemen hepsi, ana kol adı verilen bir eğri oluşturuyordu. 
Hertzsprung ve Russell'in oluşturdukları bu diagram, (H-R diagramı) yıldızların özelliklerinin anlaşılmasında önemli bir role sahip oldu. H-R diagramında, parlaklığı çok az, ancak sıcaklığı çok yüksek olan beyaz cüceler; ya da, parlaklığı çok fazla (Güneş'ten binlerce defa fazla) buna karşın sıcaklığı düşük olan kırmızı devler, anakolun dışında kalırlar. 
Eğer, bir yıldız, termodinamik açıdan dengeye gelmişse, bu yıldızın parlaklığı ve sıcaklığı arasında bir ilişki vardır. Toplam ışıma şiddeti, yarıçapı "r" olan bir kürenin yüzey alanı (4 x pi x r2) ve sıcaklığın dördüncü kuvvetiyle orantılıdır. Yıldızın mutlak ışıma şiddeti biliniyorsa (mutlak ışıma şiddeti, belirli bir uzaklıktaki ölçülen ışıma miktarıdır), bu yıldızın yarıçapı hesaplanabilir. 
Güneş'in yaydığı toplam ışıma gücü, 4x1026 Watt'tır ve yüzey sıcaklığı 6000 K (Kelvin) olarak ölçülmektedir. Güneş'in çekirdeğindeki sıcaklık ise, ancak yapısının anlaşılmasından sonra belirlenebildi. Buna göre, Güneş'in merkezindeki sıcaklık yaklaşık 10 milyon derecedir. 
Güneş, ortalama bir yıldız olduğuna göre diğer yıldızları onunla karşılaştırabiliriz. Bu, onların yapısının anlaşılmasında oldukça yardımcı olmaktadır. Bu nedenle, genellikle Güneş'in özellikleri diğer yıldızları tanımlarken birim olarak kabul edilir. Güneş'in kütlesi 2x1033 gram; yarıçapı ise yaklaşık 700 bin kilometredir. 
Diğer yıldızlara baktığımızda, Güneş'in %5'i kadar kütleden başlayıp, 100 Güneş kütlesine kadar değişen kütleler görmekteyiz. Daha küçük kütlelere sahip yıldızlar yoktur; çünkü, bu kütlelerde, yıldızın çekirdeği nükleer tepkimeleri başlatacak kadar ısınamaz. Kütlesi çok büyük olan bir yıldız ise o kadar ısınır ki, merkezindeki ışımanın yarattığı basınç yıldızı patlatır. 
Peki, bir yıldızın parçalarını bir arada tutan kuvvet nedir? Bu kuvvet, kütle çekimidir. Yıldızlar, genellikle durağan bir yapıya sahip olduklarına göre, kütle çekimine karşı koyacak ve çökmeyi durduracak, içerden kaynaklanan bir basınç kaynağına ihtiyaç vardır. Bir yıldızı oluşturacak gaz bulutu çökmeye başladıkça, basıncının artmasıyla birlikte, sıcaklığı da artar. 
Gaz bulutu, belirli bir sıcaklığa ulaştığında, merkezindeki sıcaklık, yeterli basıncı yaratarak çökmeyi durdurabilir. Ancak, sıcak gazın oluşturduğu bu yıldız, enerjinin korunumu ilkesine göre, yaydığı ışınımdan dolayı enerji kaybedecektir ve bu nedenle zamanla soğuyacaktır. Çökmeyi durduran basınç kaynağını kaybeden yıldız ise çökmeye başlayacaktır. 
19. yüzyılda, Güneş'i ve diğer yıldızları inceleyen bilim adamları, bu gökcisimlerinin ışıma şiddetlerinin; dolayısıyla da enerji yayma güçlerinin önemli ölçüde değişmediğini fark ettiler. Bu cisimlerin, çok büyük yapıya sahip olduklarını göz önüne alarak soğumalarının milyonlarca yıl alacağını düşündüler. Ancak, Dünya'daki bazı jeolojik kaynaklardan elde edilen veriler, Güneş'in çok daha yaşlı olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine, astrofizikçiler, Güneş'in sürekli bir enerji kaynağı olması gerektiğini düşündüler. 
Dünya'daki jeolojik kaynaklardan edinilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda, Dünya'nın yaşının yaklaşık beş milyar yıl olduğu hesaplandı. Güneş'in de en azından beş milyar yaşında olduğunu hesaplayan bilim adamları, yaydığı ışımayı ölçerek Güneş'teki her bir atoma ne kadar enerji düştüğünü buldular. Bu hesaba göre, Güneş'in her atomunun, yaklaşık bir milyon elektron Volt enerji yaymış olması gerekiyor. 
Bu miktardaki bir enerjinin, kimyasal olaylar yoluyla ortaya çıkması olanaksızdı. 1919-1920 yıllarında, Fransız fizikçi Jean Perrom ve İngiliz fizikçi Arthur Eddington, bu enerjinin kaynağının nükleer dönüşümler olduğunu iddia ettiler. Bu iddia, bilim adamlarının ne kadar güçlü bir önseziye sahip olduklarını gösteriyor. Çünkü, bu enerjinin ortaya çıkabilmesi için, atom çekirdeklerinin devreye girmesi gerekir. O tarihlerde, atom çekirdeklerinin varlığı ve ne kadar enerjiye sahip oldukları bilinmesine karşın, nükleer tepkimeler (çekirdek tepkimeleri) daha bütün yönleriyle anlaşılmış değildi. 
Bir çekirdek tepkimesini anlayabilmek için, Kuantum Mekaniği'nin anlaşılması gerekiyordu. 1920'li yıllarda, Kuantum Mekaniği'nin matematiksel bir teori olarak ortaya çıkarılmasıyla birlikte, çekirdek tepkimeleri de anlaşılmaya başlandı. Einstein'in ünlü E=mc2 formülüne göre, enerji farkının, kütle farkının ışık hızının karesiyle çarpımına eşit olması (E1-E2=(m1-m2)c2 ) gerekir. 
Bu bilgilerin, astrofiziğe uygulanması hemen hemen aynı zamanlara rastlıyor. Evren'deki temel madde olan hidrojenin atom çekirdeklerinin dördü bir araya geldiğinde bir helyum atomu çekirdeği ve belirli bir miktar enerji ortaya çıkar. Atkinson ve Guthermans adlı iki fizikçi, bu enerjinin yaklaşık 6 milyon elektron Volt olduğunu buldular ve yıldızın ortasında iki hidrojen atomunun çarpışarak bir helyum atomu oluşturma ihtimalini hesapladılar. Bunu Güneş'in yaymakta olduğu enerjiyle karşılaştırdıklarında Güneş'i dengede tutabilecek enerjinin kaynağını bulduklarını anladılar: Hidrojenin helyuma dönüşmesi. 
Yıldızların anlaşılmasında ilk adım olan bu olayın güzel bir hikayesi vardır. 1929 yılında, Guthermans ve Atkinson, konuyla ilgili makalelerini yazıp bitirdikten sonra, Guthermans kız arkadaşıyla bir yürüyüşe çıkar. Arkadaşının, "Yıldızlar ne güzel parlıyor!" sözüne karşılık, Guthermans, böbürlenerek şöyle der: "Ben, dünden beri onların niçin parladıklarını biliyorum". 
Bu ilk adımdan sonra, birçok bilim adamı konuya yöneldi. Araştırmalar yapıldı. Bunların sonucunda, bir takım basit hesaplarla, bir yıldızın kütlesi ne kadar olursa, içerisindeki sıcaklık ne olmalı? Bu sıcaklıkta enerji üretimi ne kadar olur? Enerji üretimi yıldızın çekimini hangi yarıçapta dengeler? türünden sorulara yanıtlar bulundu. 
Bir yıldızın denge durumunda kalabilmesi için, kütle çekiminin oluşturduğu kuvvetin bir şekilde, karşı bir kuvvetle dengelenmesi gerekmektedir. Dışarı doğru olan kuvvetleri yaratan basınç, içeriye doğru olan kütleçekiminin yarattığı basınçtan daha az olmamalıdır ki, yıldızın çökmesine engel olsun. Bu duruma, "hidrostatik denge" adı verilmektedir. 
Öte yandan, yıldızın parlaması için, içeriden dışarıya doğru bir enerji akışı olması gerekir. Enerji, yıldızda basıncın ve sıcaklığın en yüksek olduğu çekirdek kısmında üretilir. Çekirdek, tepkimelerin gerçekleştiği bölgedir. Yıldızın dengede kalabilmesi için, üretilen enerjinin dışarı atılması gerekir. Yıldızın çok sıcak çekirdeğinde üretilen enerji, yıldızın içerisinden geçerek, yüzeyden dışarı çıkar. Bir yıldızın ürettiği enerji ne kadar fazlaysa, ışıma şiddeti de o kadar fazla olur. 
Bir yıldızın yapısı, enerji üretimi, sıcaklık, basınç ve yoğunluk gibi değerleri birbirine bağlayan denklemler çözülerek, anlaşılabilir. Bu denklemlerin hassas çözümleri, ancak 1950’li yılların ilk kuşak bilgisayarları ile gerçekleştirilebildi. Örneğin, sıcaklığı bilinen bir yıldızın, yarıçapı, parlaklığı, kütlesi ve bunlara bağlı olarak da ömrünün ne kadar olacağı hesaplanabildi. 
1920’li yıllardan bu yana, geçen süre içinde temel fizik kanunları ve nükleer fizik (çekirdek fiziği) kullanılarak, yıldızların yapısı ve evrimi aşama aşama çözüldü. Yapılan hesapların doğruluğu, gözlemlerle de kanıtlandı. Bugün, bazı nükleer tepkimeler Dünya’da reaktörlerde ve nükleer silahlarda kullanılıyor. 
Termonükleer tepkimeler olarak adlandırılan, hidrojenin helyuma dönüştürülmesi olayının Dünya’da gerçekleştirilmesi, muazzam bir enerji kaynağı olabilir; ancak, şu anda ciddi mühendislik problemleri bunun gerçekleştirilebilmesini engelliyor. Yeryüzünde, henüz, ortaya çıkacak bu denli yüksek sıcaklıklara dayanabilecek bir ortam yaratılabilmiş değil. Yıldızlarda ise, termonükleer tepkimeler kendiliğinden, doğal olarak gerçekleşiyor. Kütle çekimi, hidrojeni, tepkimeler için gerekli olan basınçta ve sıcaklıkta tutabiliyor. 
Yıldızların yapısının anlaşılması, Evren'de en çok bulunan madde olan hidrojenin dışındaki maddelerin nasıl oluştuğunu da açıklığa kavuşturdu. Evren'deki, hidrojenden ağır, demire kadar bütün maddeler, yıldızların içerisinde, nükleer tepkimelerle (çekirdek tepkimeleriyle); demirden ağır olanlar ise, bu yıldızların patlamalarıyla oluşan süpernovaların ortaya çıkardıkları çok büyük enerji sayesinde oluşmaktadır. 
Patlamalarla dağılan maddeden yeni yıldızlar oluştukça, Evren'deki maddenin kompozisyonu zenginleşmektedir. Vücudumuzu ve etrafımızdaki maddenin çoğunu, yıldızlarda ve süpernovalarda oluşan elementler meydana getirir. Bizi ve etrafımızdaki tüm cisimleri oluşturan maddenin, yıldızlarda "pişirilmiş" olduğunu düşünebiliriz. 
Bir yıldızın, evrimine hidrojeni yakarak başladığını belirtmiştik. Yıldız ilk aşamada enerjisini, hidrojeni helyuma dönüştürerek üretir. Bir yakıtı tüketen yıldız, bir diğerini yakmaya başlar. Çekirdekteki hidrojenin tükenmesiyle, helyum atomları birbirleriyle tepkimeye girer ve karbon atomları oluşur. 
Helyumun yanmasıyla birlikte, yıldızın merkezindeki sıcaklık, çok daha yüksek bir düzeye ulaşır ve çekirdeğin etrafındaki hidrojenin de yanmasını sağlar; bu da, içerideki basıncın daha da artarak yıldızın genişlemesine yol açar. Yıldız bu aşamada, H-R diagramında, ömrünün büyük bir dönemini geçirdiği ana koldan ayrılır. Böylece, yıldız bir kırmızı dev haline gelir. 
Eğer yakıt miktarı ve yakıtı oluşturan maddeler sonsuz miktarda olsaydı, yıldızın evrimi sürekli olacaktı. (Büyük kütleli bir yıldız, çekirdeğindeki nükleer tepkimelerde sırasıyla şu maddeleri yakar: Hidrojen, helyum, karbon, neon, oksijen, silisyum.) Ancak, yakıtın sınırlı oluşunun yanında, tepkimeler, en düşük ve kararlı enerjiye sahip olan demir oluşana kadar devam eder. Bu aşamada, çekirdekteki tepkimeler sona ererek yıldız evriminin "çekirdek yanması" kısmı sona erer. Artık basıncı dengeleyecek bir kuvvet kalmadığı için, kütle çekimi galip gelir. Dengelenemeyen kütle çekimi yıldızın çökmeye başlamasına yol açar. 
Farklı yakıtların yakıldığı her aşamada biraz daha yüksek sıcaklıklar ortaya çıkar. Bu nedenle, yakıt daha çabuk tükenir; yani, her evre bir öncekinden daha hızlı geçer. Son evrelerde, artık bu bir patlama şeklinde gerçekleşir ve ortada yalnızca demirden bir çekirdek kalır. Bu aşama, yıldızın "ölümü" olarak kabul edilir. Artakalan maddenin kütlesine bağlı olarak oluşacak cisimler ise üç gruba ayrılır: Beyaz cüceler, nötron yıldızları ve karadelikler. 
Beyaz cüceler, aşağı yukarı güneş kütlesinde ve yarı çapları Dünya’nınki kadar olan cisimlerdir. Bu çok yoğun cisimleri çökmeden koruyan kuvvet "dejenere elektron basıncı" olarak adlandırılır. Pauli Prensibi’ne göre, iki elektronun aynı yerde bulunması olanaksızdır. Burada, dejenere elektron basıncı devreye girer. Bir beyaz cücede, çöken madde öyle yoğun hale gelir ki, elektronlar birbirlerinin üzerine gitmeye zorlanırlar. 
Nötron yıldızları ise, beyaz cücelere kıyasla çok daha yoğun cisimlerdir. Yıldızın, bir nötron yıldızı olabilmesi için, yıldızdan artakalan çekirdeğin kütlesinin, 1,4 ile 2,5 güneş kütlesi arasında olması gerekir. Tipik bir nötron yıldızının çapı, yaklaşık 10 kilometredir ve yoğunluğu da yaklaşık 100 milyon ton/cm3‘tür. Yani nötron yıldızının bir çay kaşığı miktarı yaklaşık 100 milyon ton ağırlıktadır.
Bir atomu oluşturan temel parçacıklar, nötronlar, protonlar ve elektonlardır. Bir nötron yıldızının içerisinde ise sadece nötronlar vardır. Çünkü, basınç o kadar yüksektir ki, elektronlar ve protonlar birleşerek nötronlara dönüşürler. Bir nötron yıldızının içerisindeki yoğunluk, bir atomun çekirdeğindeki kadardır. Yani nötronlar birbirine bitişik olarak durmaktadırlar. Aynı, Pauli Prensibi’nde elektronlar için olduğu gibi, bu basınçta, nötronlar daha fazla sıkışamazlar ve yıldız denge konumuna gelir. 
Nötron yıldızları, gözlenebilen en yoğun yıldızlardır. Çökmeden önce, belirli bir açısal hıza sahip olan yıldızın hızı, yıldız çökmeye başladıkça giderek artar. (Bu, kolları yana açık olarak dönen bir buz patencisinin, kollarını kapatarak hızlanmasına benzer.) Nötron yıldızları gibi çok çökmüş gökcisimleri çok hızlı dönerler. İletken bir cisim çökerse, yani yoğunluğu artarsa, manyetik alan şiddeti de artar. Buna dayanarak nötron yıldızlarının manyetik alana sahip olduklarını söyleyebiliriz. 
Bu çok güçlü ve çok hızlı dönen mıknatıslar, elektromanyetik dalgalar üretirler. Nötron yıldızlarını, Evren'de kendi kendine oluşmuş birer "radyo istasyonu" olarak düşünebiliriz. 
Bu "radyo istasyonu" her yöne yayın yapmaz. Çünkü, dönen bir mıknatıs her yöne değil, kutupları doğrultusunda ışınım yapar. Kutuplarda ivmelenen yüklü parçacıklar, kutupların doğrultusunda bir ışınım fışkırmasına yol açarlar. Eğer, bu ışınımın yönü tesadüfen bizim yönümüzdeyse, biz bu ışınımı atmalar (pulse) olarak görürüz. Yıldızın her dönüşünde, bu ışınım bakış doğrultumuzdan bir kez geçer. Bu şekilde gözlenen nötron yıldızlarına atarca (pulsar) adı verilir. 
İlk atarca, 1967 yılında tesadüfen keşfedildi. Doktora öğrencisi Joustin Bell tarafından farkedilen düzenli bir sinyal yaklaşık bir yıl boyunca bilim adamlarının kafasını karıştırdıktan sonra, olayın aslı anlaşıldı. Çok düzenli ve hızlı olan bu sinyallerin, ancak küçük çaptaki bir gökcisminin dönüşünden kaynaklanabileceğini tahmin eden astronomlar, böylece, o zamana değin sadece teoride varolan nötron yıldızlarının varlığını kanıtladılar. Bugün bilinen yaklaşık 600 atarca vardır. Bilinen en hızlı atarca ise saniyede 642 defa dönmektedir. 
Eğer, ölen yıldızdan artakalan çekirdeğin kütlesi 2,5 Güneş kütlesinden büyükse, artık bu yıldızı dengede tutacak herhangi bir kuvvet yoktur. O halde, bu yıldız sonsuza değin çökecek; ancak, biz bunu belli bir aşamadan sonra göremeyeceğiz. Bir cismi görebilmemiz için, bu cisimden kaynaklanan ya da yansıyan ışığın gözlerimize ulaşması gerekir. 
Eğer, 2,5 güneş kütlesindeki bu cisim, 3 kilometreden küçük bir çapa kadar sıkışırsa, bu cismin kütleçekimi, hiçbir şeyin, ışığın bile bu cisimden kaçmasına olanak tanımaz. Bu nedenle bu cisimlere "karadelik" adı verilir. 
Hiç ışık yaymadığı ve yansıtmadığı için, bir karadeliği doğrudan gözlemek mümkün değildir; ancak, çeşitli yöntemlerle, varlığını anlamak hatta kütlesini ölçmek mümkün olabiliyor. Yöntemlerden birisi şudur: Eğer, bir ikili yıldız sisteminin üyerinden birisi kara delikse, ve eğer yıldızdan karadeliğe bir madde akışı oluyorsa, karadeliğin etrafında dönerek, içerisine düşen madde güçlü x-ışınları yayar. Bu güçlü ışınım, bir karadeliğin varlığının göstergesi olabilir. 
Diğer bir yöntem, "kütleçekimsel mercek" olarak bilinen etkiden yararlanılmasıdır. Karadeliğin yarattığı çok güçlü kütleçekimi, yakınından geçen ışık ışınlarının bükülmesine neden olur. Yani karadelik, bir mercek gibi davranır. Eger bir karadelik, uzaktaki bir ışık kaynağıyla Dünya’nın arasına girerse, bu cismin görüntüsü, mercek etkisinden dolayı bozulmalara uğrar. 
Bugüne kadar, Samanyolu içerisinde, bir kütleçekimsel mercek etkisine rastlanmadı. Buna karşın, çok uzaklarda bulunan kuasarlarla aramıza giren karadelikler tespit edildi.

GEL-GİT (MEDCEZİR)



 
Ay ve güneşin çekim kuvveti ile deniz , göl yüzeylerinde oluşan kabarma –alçalma  hareketidir.
Gel-git olayında Ay’ın etkisi daha ( Dünyaya daha yakın olduğundan) fazladır.
 
Ay günü ile güneş günü arasındaki 50 dk. lık   farktan dolayı gel-git olayı her gün bir önceki güne göre daha geç gerçekleşir.
 
Ay ve Güneşin etkisiyle gün içinde iki yükselme ve iki alçalma hareketi olur.
 
Yeniay ve dolunayda büyük gel-git, ilk ve son dördünde küçük gel-git yaşanır.
 
*Kabarma ve alçalma arasındaki seviye farkına gel-git genliği denir. Gel-git genliği iç denizlerde azdır (40-50 cm). Okyanus kıyılarında fazladır (10-12 m). 
 
Türkiye’yi çevreleyen denizler bir iç deniz olduğu için gel-git olayının etkisi azdır.
 
Gel-git olayının etkisiyle akarsuların ağız kısmında oluşan doğal limanlara Haliç denir. Yurdumuzda haliç oluşumu yoktur.  

 

21 Ocak 2013 Pazartesi

ANTARTİKA



Antarktika

Antarktika Kıtası
Antarktika Toprakları

Genel Özellikleri

Antarktika, Güney Yarımkürenin en güneyinde bulunan ve Güney Kutbu'nu içeren kıta. Afrika ve Okyanusya'nın güneyinde olan ve içinde ülke bulunmayan tek kıta.

"Güneydeki efsanevi kıta"nın bulunması 200 yıllık bir arayıştan sonra, ancak 1840’ta başarıyla sonuçlanmıştır. Yelkenlisiyle kıyılar boyunca yaklaşık 2.000 km yol alan Charles Wilkes, denizlerden oluşan Kuzey Kutbu’nun tersine, Güney Kutbu’nun olduğu yerde gerçekten büyük bir kıta bulunduğunu kanıtlamıştır. 12,4 milyon km²’lik yüzölçümüyle bu kıta neredeyse Afrika’nın yarısı büyüklüğündedir. Bu bölgenin içinde Güney Shetland, Güney Georgia gibi birkaç takımada da yer alır.

Adı, "Arktika’nın karşısındaki" (Yunanca: Antarktikos) anlamına gelen Antarktika’yı ortalama 2.000 m kalınlığında büyük bir buz katmanı zırh gibi örter. Bir zamanlar "ulaşılamaz" diye adlandırılan kutup noktasında buzun kalınlığı 4.335 m’yi bulur. Bu buz kütlesi 24 milyon km³’lük hacmi ile yeryüzündeki bütün buzların yüzde 92’sini oluşturmaktadır. Kıyılarından kopan 350-600 m kalınlığındaki buz parçaları günde 1-3 m hızla ilerler ve birbiri üstüne yığılır. Bu tür yüzen yığınlardan biri olan Ross Buzlası 540.000 km’yi bulan alanıyla neredeyse Fransa büyüklüğündedir. Gelgit olayının buzladan kopardığı büyük parçalar yüzerek çevreye dağılır. Bu tür buzdağları arasında 20.000 km² büyüklüğe ulaşanlar olur.

Güney Kutbu’nda yeryüzünün en soğuk ve en fırtınalı iklimi egemendir. Ortalama sıcaklık yaz aylarında -20° C’dir ve bu, güneyden fırtınalar estiğinde -70°C’ye kadar düşebilir. Coğrafi Güney Kutbu noktasında bulunan ABD gözlem istasyonunda yapılmış ölçümlerde sıcaklığın yıllık ortalamasının -50° C olduğu, en sıcak ayda ancak -29° C’ye yükseldiği belirlenmiştir. Yani yeryüzünün bu en büyük buzdolabının sıcaklığı Kuzey Kutbu’ndan ortalama 22 derece daha düşüktür. Bu durum doğal olarak yaşam koşullarını etkilemektedir. Kuzey Kutbu’nda 400’e yakın çiçek açan bitki türü sayılabilirken, Güney Kutbu’nda bir tane bile olmaması bunun bir belirtisidir. Buna karşılık kıtanın kıyılarında ve açık denizlerinde çok sayıda hayvan yaşar. Penguenler, martılar, foklar ve balinalar soğuk, ama besin maddesi açısından zengin Güney Kutbu denizlerindeki planktonları ve balıkları yiyerek yaşamlarını sürdürürler.

Antarktika'nın uluslararası telefon kodu +672 'dir.

AVUSTRALYA(OKYANUSYA)


 
Avustralya (Okyanusya)

Okyanusya Kıtası
Avustralya (Okyanusya)'nın Siyasi Haritası

Genel Özellikleri

Okyanusya, Büyük Okyanus' a dağılmış adaları içine alan ülkelerden ve Avustralya' dan oluşan kıtadır. Asya' nın güney ve güneydoğusunda, Antarktika' nın kuzeyinde ve Büyük Okyanus ile Hint Okyanusu' nun arasında yer alır. Dünyanın, birer kıta olan diğer parçalarından farklı olarak, bu parçaya bütünlüğü sağlayan ve adını veren okyanustur. Yüzölçümü 8.970.000 km2, nüfusu 25.000.000' dur (1991).

Okyanusya' nın sınırları: Büyük Okyanus' taki adaların hepsi Okyanusya' ya bağlı değildir. Asya ve Amerika yakınındaki takımadalar, bu kıtaların parçasıdır. Amerika kıyıları açığındaki adalar, Aleut Adaları ve özellikle Uzakdoğu' daki Japon takımadaları, Endonezya ve Filipinler Okyanusya' ya katılmazlar. Malezya takımadaları zaman zaman Okyanusya' ya bağlı sayılmışsa da, halkları, medeniyetleri ve tüm faaliyetleri bakımından Güneydoğu Asya' ya daha yakındır.

Okyanusya'nın bölümleri: Okyanusya dört kısıma bölünür. Avustralya, Melanezya, Polinezya ve Mikronezya. Gerçek bir küçük kıta olan ve Büyük Okyanus ile Hint Okyanusu arasında yer alan, Avrupa' nın dörtte üçü büyüklüğündeki (7.704.000 km2) Avustralya, en kalabalık bölgeleri Büyük Okyanus' a dönük olduğu için bir Okyanusya toprağıdır. Diğer yandan, tarihi de Avrupalıların Okyanusya' yı keşfetmeleri ve yerleşmeleriyle ilgilidir. Melanezya, Avustralya ve Endonezya' nın doğusundaki adaları içine alır. Bu adalara genellikle Yeni Gine de dahildir. Polinezya, Yeni Zelanda takımadaları ile Ekvator' un kuzey ve güneyindeki Orta Büyük Okyanus adalarını kapsar. Mikronezya, Malezya' nın kuzeyindeki takımadaları içine alır. Çeşitli takımadaların adaları genellikle kuzeybatıdan güneydoğuya doğru uzanır ve çoğunlukla yay şeklinde dizilmiştir.

Okyanusya' da yer alan ada ve ülkeler: Avustralya dışında, Okyanusya adaları başlıca üç türdür.

1- Yeni Zelanda, Yeni Gine ve Melanezya' nın bazı adaları dağlık yüzey şekillerini ve bugünkü biçimlerini toprak hareketleri sonucunda almıştır. Kıvrılmalar ve kırılmalar genellikle çok yenidir ve bu adalarda sık sık deprem olur, yanardağlar püskürür.

2- Polinezya, Melanezya ve Mikronezya takımadalarının çoğu yüzeyden az çok uzak bir denizaltı tabanının üzerindeki volkanik akıntıların sonucudur. Bazıları etkin olan yanardağlar çok yüksektir. Hawaii takımadalarında bu yükseklik 2.400 m' yi bulmaktadır.

3- Dönenceler bölgesinde yer aldıklarından, adaların çoğu mercan kayalıklarıyla çevrilidir. Örneğin, Avustralya' nın kuzeydoğusundaki Büyük Set. Fakat, Yeni Zelanda' da Avustralya' nın güneyinde ve bazı takımadalarda mercan kayalıkları yoktur. Örneğin, Markiz Adaları. Üstelik denizaltı sığlıkları bazı mercan oluşumlarına taban yerine geçmiş ve bazı takımadalar tamamıyla atollerden oluşmuştur. Örneğin, Tuamotu, Gilbert vb.

Avustralya, Tüm bir kıtayı kaplayan tek ülkedir. Komşuları Endonezya, Doğu Timor, Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Vanuatu, Yeni Kaledonya ve Yeni Zellanda' dır. Asya' nın güneydoğusuna doğru, Güney Yarımküresinde uzanır ve dünya milletleri arasında arazi bakımından altıncı sırada yer alır. 10°-44° güney enlemleri ile 112°-154° doğu boylamları arasında bulunur. Topluluğun dış arazileri; Papua' nın Avustralya kısmını 7,741,220 km² (6. büyük ülke) Avustralya antarktikini, Hind ve Pasifik okyanuslarında birçok adaları içine alır. 

Avustralya' nın bulunuşu da Amerika' nın bulunuşu gibi tesadüfidir. On altıncı yüzyıldan başlayarak Portekiz ve İspanyol gemicileri Avustralya' nın kuzeyindeki adalar bölgesine ulaştılar. Daha sonra 17. yüzyılda Hollandalı denizciler Avustralya kıyısına ulaştılar. Avustralya' nın yeni bir kıta olarak anlaşılması, 1769' da İngiliz kaptanı James Cook' un Yeni Zellanda' ya yaptığı bir seyahat sırasında tesadüfi olmuştur. 

Daha sonraları İngiliz kaptanlarından Arthur Pihilip 26 Ocak 1788' de 1000 kişilik kadınlı-erkekli, çocuklu bir toplulukla Sydney' e yerleşti. Bugün, Avustralya Günü olarak her sene kutlanmaktadır. 1820 ile 1850 yılları arasında İngiliz asıllı halkın bütün kıtaya yayılması neticesinde Avustralya tamamen bir İngiliz kolonisi oldu. 1850 seneleri Avustralya altın arayıcılarının hücumuna uğradı. Ancak altın arayıcıları umduğunu bulamadılar. 1890 senelerinde ekonomik zorluklar Avustralya, Tazmanya, Qneensland' ın bir federasyon etrafında birleşmesine sebep oldu. 1901 federasyon anayasası tasdik edilerek Barton başkan seçildi. 

Birinci Dünya Savaşı' nda Avustralya federe devleti, İngiltere' ye Hint Okyanusu' nda yardım etti. 5.000.000 nüfusun 329.000' i gönüllü asker olarak savaşa katıldı. Almanların Emden isimli savaş gemisini batırdılar. İkinci Dünya Savaşı' nda da yine İngiltere yanında savaşa katıldılar. Japonlara Yeni Gine' de çok zayiat verdirdiler. İkinci Dünya Savaşı' ndan sonra Avustralya' nın daha bağımsız olma arzuları belirdi. 1945 senesinden sonra Avustralya' nın münasebetleri İngiltere' den ziyade ABD' ye kaymaya başladı. 1951 senesinde Avustralya, Yeni Zellanda ve ABD arasında "Anzus" Paktı imzalandı. Daha sonra 1954 senesinde bu pakt Güney Asya devletlerini de içine alan Güney-Doğu Asya Paktı SEATO (Southeast Asia Treaty organization) kuruldu. Bu, Avrupa' da kurulan Kuzey Atlantik Paktı NATO' ya eşdeğerdir. 

1950 yıllarından sonra ABD, İngiltere ve Avrupa' dan ekonomik ve bilgi yardımı alan Avustralya, süratle teknolojik yönde ilerlemeye başladı. 

Avustralya, kıtaların yükseklik bakımından en düşük seviyede olanıdır. Arazinin % 94' ü deniz seviyesinden 660 metreden daha az yüksektir ve tepe meydana getirecek hiçbir zirve yoktur. 16.650 kilometreden daha fazla olan kıyı şeridi, düzgün olmasına rağmen, bazı derin koy ve körfezlere de sahiptir. 

Avustralya' nın üç önemli fiziki bölgesinin en genişi olan batı platosu kıtanın yarısından fazlasını meydana getirir. Bölgenin çoğu deniz seviyesinin üstünde 500 m civarında uzanır. Fakat bazı yerlerde küçük dağ grupları, platonun genel seviyesinin üzerine yükselerek seyreder. En önemlileri batı sahili yakınında Hammersley dizisi ve kıtanın merkezindeki Macdonnel ile Musgrave sıra dağlarıdır. Platonun çoğu kuzeydeki büyük kum çölü ile güneydeki Victoria Çölü' nden ibarettir. Bu bölgede hiç devamlı nehir yoktur ve arazinin çoğu çoraktır. Platonun kıyıları dar kıyı ovalarıdır. 

İçteki alçak bölgeler ikinci fiziki sahayı meydana getirir ve kuzeydeki Karpentarya Körfezi' nden Güney Avustralya' nın güney kenarı üzerindeki Spensyr ve Sent Vinset Körfezleri' ne kadar uzanır. Bu bölgenin büyük bir kısmının yüksekliği 170 m altında uzanır. Güney Avustralya havzasındaki Lake Eyze, deniz seviyesinden 13 m kadar aşağıdadır. Sahanın orta bölümü büyük artezyen havzasından ibarettir. Güneyde diğer bir artezyen sahası aşağı Murray Nehrindeki dranaj sistemidir. 

Avustralya' nın üçüncü önemli fiziki bölgesi doğu yaylaları veya Great Dividing Range' den meydana gelir. Bu bölge yaklaşık 4000 km kadar doğu kıyılarına paralel uzanır. Kıtanın asıl sulak yeri burasıdır. Bu bölge bir seri sıradağlar ve platolar ile önem kazanarak, Tasmanya Adasını da içine alır. En yüksek tepeler, 2.230 metreye kadar yükselen Kosciusko Dağı olup, Güney Avustralya Alpleri' ndendir. Güney yaylaları sahilden dar bir ova ile ayrılırlar. 

Güney yarım küresinde bulunan Avustralya diğer kıtalara nazaran çok değişik bir iklime sahiptir. Türkiye' de kış iken orada yaz vardır. Çöl kısmının bulunduğu batı taraflara yağış az düşer. Senelik ortalama 500 milimetreyi geçmez. Senelik yağışlar çok farklı olup, korkunç kuraklıklar her sene beklenen şeylerdendir. Kuzeyde ülkenin üçte birini teşkil eden bölgede tropikal iklim hüküm sürer. Senelik yağış 700-1520 mm arasındadır. Ülkenin doğu ve kuzey kıyılarında, güney kıyılarının bir bölümünde, yağışlar normal olup, 1000 milimetreyi bulur. İç kısımlarda ise yağış ortalaması az olup, bunun neticesi olarak da nüfus seyrektir. 

Kıtanın doğu kenarında nemli ve tropikal bir iklim görülür. Aşağı Murray Nehir vadisi ile Batı Avustralya' nın güney-batı köşelerinde Akdeniz iklimi hakimdir. Buralarda yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise yağışlı ve ılımandır. 

Batı platosunun büyük sahaları üzerindeki eski kayaların dış yüzeyi ve doğu bölgelerinin bazı kısımları Avustralya' ya kıymetli madenlerden olan altın, gümüş, kalay, çinko ve bakır sağlamaktadır. Ülke aynı zamanda önemli demir, boksit ve uranyum yataklarına sahiptir. Kömür önemli miktarda bulunur. Surat havzasında ticari bakımdan kıymetli petrol rezervleri ortaya çıkarılmıştır. Avustralya dünyanın başta gelen opal (panzehirtaşı) kaynaklarına sahiptir. 

Su, Avustralya' nın tabii kaynaklarının en kıymetlisidir. Suyun olmayışı, iç kısmın çoğunun gelişmesini engelleyen mühim bir faktördür. Yetersiz nehirlerden başka, esas su kaynakları kuyular ve su depolarının olduğu artezyenlerdir. Sadece güney-doğunun yaylalarında, hidroelektrik santrallerinin suyunu devamlı şekilde temin edecek kadar yeter su vardır.Tasmanya bölgesi ülkenin hidroelektrik potansiyelinin yarısına yakın santrale sahiptir. 

Avustralya toprakları genellikle fosfor bakımından zayıftır. En verimli topraklar, bilhassa güney-doğu ve güney-batıdaki nemli kısımlarındaki alüvyonlu ovalardır. 

Avustralya' nın bitki örtüsü hem değişik, hem de hususiyet arz eder. Kurak olan iç kısımlarında seyrek çöl bitkileri ve fundalar vardır. Yağmurun artmasıyla bitki örtüsü çalılıklardan ormana dönüşür. Doğu sahili ve Tasmanya' da ormanlar ve çalılıklar yer alır. Akasya ve okaliptüsler bilinen bitki örtüsü arasındadır. Her ikisinin yüzlerce türü olup, hemen hepsi de Avustralya' ya mahsustur. Kuzeydoğu kıyısının tropik ormanlarında palmiye, çamlar, güneydoğu Asya' nın bitki topluluğuna ait kerestelik ağaçlar ve salep otunun yüzlerce çeşidine rastlamak mümkündür. 

Avustralya' nın yerli hayvanlarının hepsi yavrularını kendi mide keselerinde taşıyan Tasmanya şeytanı, kaulo, vombat ve kanguru gibi memelilerden meydana gelen garip hayvanlardır. Yumurta yapan, fakat yavrularını emziren, karınca yiyen Ekidualar ve Pleytipuslar da Avustralya' ya mahsus yaratıklardır. Dingo veya vahşi köpek; koyunlar için ciddi bir tehlikedir. Kuş cinsi ormanlık bölgelerde çok olup, çok değişik papağanlar, kakaburra veya balıkçıl çok rastlanan hayvanlardır. Tropikal kuzey sahil nehirlerinde yaşayan timsahlar, yılanlar ve çeşitli kertenkeleler bu ülkede yaşayan hayvanlardandır. 

Avustralya' ya sokulan hayvanlardan tilki ve tavşan, çok üremelerinin sonunda memleket için ciddi bir tehlike olmuştur. Tavşanların çoğalmasını ve yayılmasını önlemek gayesiyle uzun çitler yapılmıştır. Fakat kıtanın otlaklarının hemen tamamını istila etmelerine mani olunamamıştır. Daha sık tecrid çitleri, zehirleme, tuzak kurma ve myxomatosis hastalık virüsleri gibi kontrol tedbirleri, istila eden tavşanların azaltılması için kafi gelmemektedir. Avustralya' da aynı zamanda yaban atlarına, develere ve su aygırlarına da rastlanır. 

Avustralya, dünyanın nüfusça seyrek ülkelerinden biri olduğu halde, şehirlerinden iki tanesi Sydney 3.656.000 ve Melbourn 3.080.000 nüfusuyla yeryüzünde kalabalık 30 şehir arasında yer almaktadır. Ülkenin toplam nüfusu 20,555,3002 (53. sırada) kişidir. Nüfus yoğunluğu son senelerde yükselmekle beraber, hala kilometrekareye 2,2 kişi düşer. Bununla beraber, nüfus, batılı ülkelerin çoğundan daha fazla süratle artmaktadır. 1946 ve 1960 arasında, sadece göçle 1.600.000 kadar insan katılmıştır. 

Kıtanın çoğunun kurak olması, nüfusun 2/3 kadarının sıcak olan güneydoğu köşesinde yerleşmesine sebep olmuştur. Şehir mıntıkalarına doğru akın gittikçe artmaktadır. Nüfusun %54 kadarı altı eyalet başkentinde oturur. Bunlar; Sidney (New South Wales), Melbourne (Victoria), Brisbane (Oueensland), Alelaide (South Australia), Perth (Western Australia) ve Hobart (Tasmanya)' dır. Bu şehirler ve federal başkent Canberra' dan başka, nüfusu 20.000' den daha fazla olan on iki kadar daha şehir vardır. Kasaba merkezleri 5.000 ile 10.000 nüfus arasında olup, genellikle küçüktürler. Çoğu bölgelere hizmet vermek için kurulmuş merkezlerdir. 

Göç: 1945' ten beri İngiliz olmayanların büyük akımına ve bunların Avustralya örf ve adetleri bakımından üzerinde yoğunlaşan etkiye rağmen nüfus bakımından yine de baskın olan İngiliz asıllı olanlardır. İtalya, Polonya, Danimarka, Almanya ve İkinci Dünya Savaşı' ndan sonra çeşitli Avrupa ülkelerinden insanlar geldiği halde, bütün göç edip gelenlerin hemen hemen yarısının kaynağını, birleşik kraliyet vatandaşları teşkil etmiştir. Avustralya hükümetinden burslu binlerce Asyalı öğrenci üniversitelerde okumaktadır. 

Yerliler: Avustralya yerlileri Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) nüfus sayımına dahil edilmemiştir. Fakat bugün sayılarının 70.000 civarında olduğu tahmin edilmekte ve bunun 40.000' i safkan, 30.000 kadarı da melezdir. Avrupalılar geldiğinde 300.000 civarında olduğu tahmin ediliyordu. Fakat meydana gelen çarpışmalar, kendilerinden başkasına yaşama hakkı tanımayan İngilizlerin yaptığı toplu katliamlar, salgın hastalıklar ve diğer sebepler kabilelerin azalmasına sebep olmuştur. Hükümet, yerlilerin eğitim yoluyla, gezici sağlık ekipleriyle tekrar eski haline gelmesine çalışmaktadır. 

Din: Kurulmuş kilise olmamasına rağmen, din bakımından Avustralya, İngiliz ve Avrupalıların dinlerindedirler. İngiliz kilisesi, nüfusun %38' inin kendine bağlı olduğunu iddia etmektedir. Son yıllarda İngilizlerin engellemelerine rağmen, İslamiyet burada da hızla yayılmaktadır. Avustralya' nın birçok bölgesinde camiler yapılmıştır. 

Sosyal yapı: Avustralya toplumunun hakim özelliği, kıtanın her tarafında örf, adet ve görünüş bakımından göze çarpacak derecede aynı olmasıdır. Çevre benzerliği, devlet müesseselerinin farklı olmaması, eğitim beraberliği bu durumu meydana getirmiştir. Aynı zamanda iyi eğitilmiş geniş meslek gruplarına sahip bir toplumdur. Kanun, yaşlılık aylığı, sosyal haklar ve maaş gibi yardımlar sağladığından hayat standartları bakımından dünyada en iyiler arasındadır. Halk okumayı çok sevdiğinden Avustralya' da kitap sanayi çok gelişmiştir. Gazete okumaya son derece düşkündürler. 

Eğitim: 14 ve 16 yaşına kadar ilk öğretim mecburi olduğu için, eğitim devlet tarafından kontrol edilir. Çocukların çoğu, özel okullardan daha çok devlet okullarında okur. Üç tane önemli üniversitesi vardır. 

Hükümet: Avustralya dünyada en ileri ve istikrarlı demokratik ülkelerden biridir. Hükümet sistemi tamamen geleneksel İngiliz parlamenter sistemidir. Uygulanan anayasa biraz değiştirilmiş, bir dereceye kadar Amerikan sistemi örnek alınmıştır. Oy kullanma her seçmen için mecburidir. 

Federal hükümet: Avustralya, İngiliz Milletler Topluluğu içinde hür bir millettir. Başkenti Canberra, Newsouth Wales' ten alınan topraklar üzerinde 1911' de kurulmuş ve Avustralya Başkent arazisi adı verilmiştir. 

Kanun yapma yetkisi, bir senato ve temsilciler meclisi olan, İngiliz kral ve kraliçesinin seçtiği Avustralya genel valisi tarafından temsil edilen federal parlamentonundur. Senato üyelerinin yarısı her üç senede bir yenilenir ve altı sene için seçilir; 60 üyelidir. Temsilciler Meclisi yaklaşık olarak Senatonun iki katı üyeye sahiptir. Bunlar, eyalet nüfusu esasına göre üç seneliğe seçilir. Her eyalet en az 5 temsilciye sahiptir. 

Hukuk sistemi: Avustralya hukuk sistemi umumi olarak İngiliz hukuk sistemi üzerine kurulmuştur. Ancak zaman zaman bu kanunlarda değişiklikler yapılmıştır. Adalet mekanizması, yargı mahkemeleri, eyalet ve federal mahkemelerle Avustralya Yüksek Mahkemesine bağlı birçok mahkemeden meydana gelir. Bazı durumlarda mahkemeler yüksek mahkemelerdeki bazı kararları Londra'daki İngiliz Gizli Konseyine gönderebilir. Bu davalar sulh ve ceza davaları ile ilgilidir. 

Federal ve eyalet mahkemelerinin hakimleri, genellikle çalışan tecrübeli savcılar arasından hükümet tarafından tayin edilir. Federal tayinler hayat boyudur. Bütün hakimler icra kontrolünden tamamen serbest olup, sadece parlamento oylamasıyla uzaklaştırılabilirler. 

Ekonomik şartlar ve dış ticaret: Avustralya ekonomisi geleneksel olarak hammadde ihracatına dayanır. Her ne kadar son yıllarda imal edilmiş malların satılması önem kazanmışsa da, yün, buğday, et ve mineraller ihracatta başta gelir. 

Önemli ithalat malları ham petrol, makine, metaller, tekstil ve kimyevi mallardır. Avustralya' nın dış ticaretinin yarısından fazlası İngiltere ve diğer İngiliz sömürgeleri iledir. Avustralya malları için Japonya önemli bir pazardır. ABD önemli bir ithalat kaynağıdır. 

Ziraat: Avustralya' da 20.000.000 dönümden daha fazla olan ekili arazinin yarısını işgal eden buğday, devletin ana mahsulüdür. Bütün diğer hububatlar yetiştirilir. Arpa ve yulaf en önemlilerindendir. Sulanan bölgelerde pirinç ekilir. Şeker kamışı hem iç tüketim, hem de ihracat için üretilmektedir. Tropikal meyveler, bilhassa muz ve yerelması Qeensland' da yetiştirilmektedir. 

Hayvancılık: Avrupalıların yerleşmeleri ile birlikte koyun besleme ve yetiştirmeye önem verilmiştir. Son senelerde tahmin edilen koyun sayısı 175.000.000 ile rekor seviyededir. Et önemli ihraç ürünüdür. Yağ, peynir ve süt ürünleri bu sanayinin ihraç mallarıdır. 

Ormancılık: Avustralya tahminen 120.000.000 dönümlük ormanlık sahaya sahiptir. Fakat sadece 44.000.000 dönümü işletilmektedir. Çeşitli okaliptüs türleri ülke kerestesinin % 90'ını karşılar. Batı Avustralya' da bulunan Karri ve Jarrah ağaçları dünyanın en kıymetli keresteleridir. Kuzeydoğu kıyısının tropik yağmurlu ormanları mobilya sanayiinde tercih edilen kıymetli ağaçlarla doludur. 500.000 dönüm kadar bir saha çam ağaçları ile ağaçlandırılmıştır. 

Madencilik: Madencilik Avustralya' nın önde gelen sanayilerinden biridir. Yeni maden kaynaklarının tespiti bu sanayinin önemini arttırdı. Bir zaman dünyanın en büyük altın üreticisi olan Avustralya'da, bugün hala Kalgoorlie' de çok miktarda altın çıkarılmaktadır. Güneydeki Broken Hill, dünyanın en zengin gümüş, çinko ve kurşun kaynaklarından biridir. Tasmanya zengin bakır üretim sahasıdır. Kömür, doğu kıyısı boyunca ve biraz daha az ölçüde Güney Avustralya' da ve Batı Avustralya' daki Collie ve Leigh Greek' de çok miktarda çıkarılır. Uranyum, kuzey mıntıkasında çıkarılır ve işlenir. Broksit, tungsten, kalay, molibden titanium, antimon ve rulite gibi her çeşit maden çıkarılmaktadır. 

İmalat: Avustralya imalat endüstrisinin hepsine sahiptir. Önceleri nispeten küçük çapta kurulan bu sanayi dalı, harp sonrası yıllarda üretimini %300 arttırarak çok gelişmiştir. Üretim; jet uçağından, dizel lokomotiflere, arabalardan elektronik, ilmi ve tıbbi aletler, ilaç, gübre, işlenmiş gıdalar ve her çeşit tüketim maddelerine kadar sıralanır. Ağır endüstri önemli merkezleri Sydney, Hewecastle, Wollongong ve Poxt Kembla' dır. Çeşitli hafif endüstriler, eyalet başkenti civarlarında ve bir çok daha geniş merkezlerde kurulmuştur. 

Enerji: Avustralya fabrikalarının enerjisinin çoğunu hala kömür temin ediyorsa da, hidroelektrik de önem kazanmaktadır. Bu konuda Tasmanya önde gelir. Fakat Victoria ve New South Wales de önemli hidroelektrik santrallerine sahiptir. Snowy River hidroelektrik santralı saniyede 3.000.000 kilowat enerji üretmektedir. Avustralya Atom Enerjisi Komisyonu Lukas Heights' de iki tane nükleer reaktöre sahip atom enerjisi üzerinde çalışmalar yapmaktadır. 

Taşıma ve ulaşım: 1600 km kadar olan imkansız ve yolsuz çöl, kıtayı ortasından baştanbaşa doğu ve batı Avustralya diye ikiye ayırır. Karayolu uzunluğu 864.000 km kadardır. Perth dışındaki bütün eyalet başkentleri modern karayolları ile birbirine bağlıdır. Ülkede 40.000 km tren yolu bulunmaktadır. Avustralya' nın deniz trafiğini sağlayan deniz nakliyesi en ucuz ulaşım vasıtasıdır. Önemli limanı Fremantle hariç, her eyalette önemli liman, eyaletin başkentidir. Telgraf, telefon sistemleri ve radyonun teknik bölümleri devlet tarafından işletilir. Bunun yanında özel şirketler tarafından işletilen tesisler de vardır.

ASYA



Asya

Asya Kıtası
Asya'nın Siyasi Haritası

Genel Özellikleri

Dünyanın en büyük kıtası. Doğuda Pasifik Okyanusu, kuzeyde Kuzey Buz Denizi, güneyde Hint Okyanusu, batıda Avrupa kıtası ile çevrilidir. Avrupa kıtası ile olan sınırı kesin tespit edilmiş değildir. Eskiden Don Nehri, Asya ile Avrupa arasında sınır olarak kabul edilirdi. Daha sonra Ural Dağları sınır olarak kabul edilmeye başlandı.

Asya Kıtası, Avrupa kıtası ile çevrilidir. Eskiden Avrasya olarak bilinen eski dünya kıtasının batısındaki büyük yarımada olan Avrupa, Sami dillerde Erep (yahut Irib) Güneşin Battığı taraf anlamına gelir. Fenikelilerden Yunanlılara geçen bu ad, Yunanca' da Europa olmuş ve Ege Denizi' ne göre batıda bulunan ülkelere bu ad verilmiştir. 

Don Nehri, Avrupa arasında sınır olarak kabul edilirdi. Daha sonra Ural Dağları sınır olarak kabul edilmeye başlandı. Bugün bu kabul yaygın ise de, Ruslar bu sınırın Kuzey Buz Denizi' nden Hazar Denizi' ne doğru uzanan; Rus platformu ile Sibirya platformunu birbirinden ayıran; Ural Dağları' nın doğusunda bulunan Ob kıvrımlı dağlarında olduğu iddiasını ileri sürmektedirler. 

Afrika ile, Süveyş Kanalı vasıtasıyla ayrılan Asya kıtasının, Okyanusya kıtası ile olan sınırı da Avrupa ile olan sınırı gibi ihtilaflıdır. Asya ile Okyanusya arasında bulunan irili ufaklı pek çok ada, bu sınırın tespitinde mesele olmaktadır. İşte bu sebeptendir ki kıtanın yüzölçümünü bildiren rakamlar 43,7 milyon km2 ile 44,7 milyon km2 arasında değişmektedir. Doğu-batı uzunluğu yaklaşık olarak 10.000 km, kuzey-güney uzunluğu ise 8.300 kilometredir. 

Dünyadaki kara parçalarının yaklaşık üçte birini teşkil eden kıta, nüfus bakımından da dünya nüfusunun yarısından fazlasını üzerinde barındırır. Her ırktan insanın ve her nevi iklimin bulunduğu kıta, genel olarak dört coğrafi bölgeye ayrılır: Kuzey Asya, Orta Asya, Güney Asya, Ön Asya. 

Tarihi

Asya kıtasının tarihi, tarih öncesi devirlere uzanmaktadır. Çeşitli kazılar ve arkeolojik araştırmalar neticesinde ele geçen iskelet, çömlek ve diğer eşyalar üzerinde yapılan incelemelerden insan neslinin bu kıtada, diğer kıtalardan çok daha önceleri var olduğu, türlü medeniyetler kurdukları ve ilk insanın bu kıtada ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Kur'an-ı Kerim' de ilk insan ve ilk peygamber olan Adem Aleyhisselam' ın yasak edilen meyveden unutarak, önce Hz. Havva' nın ve sonra kendisinin yemesini müteakip, Cennet' ten çıkarılarak, yeryüzüne indirildiği; Adem Aleyhisselam' ın Hindistan' da Serendip (Seylan) Adasına, Hazret-i Havva' nın da Cidde' ye bırakıldığı ve iki yüz sene ağlayıp yalvarmalarından sonra tövbe ve duaları kabul edilerek Arafat ovasında buluştukları ve bunlardan çoğalan insanların Asya kıtasından yeryüzüne dağıldıkları haber verilmektedir. 

Kıtanın tarihi, coğrafi bölgeleriyle ilgilidir. Orta Asya'nın bilinen ilk devleti Hun Devletidir ki, 500 sene hüküm sürdükten sonra dağıldılar. Meşhur Orta Asya göçleri meydana geldi. Çeşitli Türk devletlerinin hakim olduğu bölge halkı, Moğol İmparatoru Cengiz' in istilası neticesinde batıya göç etmek mecburiyetinde kaldı. Cengiz' in ölümünden sonra biraz azalan Moğol mezalimi daha sonra, Timur Hanın (1370- 1405) başa geçmesiyle adalete dönüştü. Timur, İslamiyetin adaletini Anadolu' dan Pasifik Okyanusuna kadar yaydı. Kurulan Gürganiyye Devleti 19. yüzyıla kadar devam etti. Daha sonra Gürganiyye Devleti İngilizlerin fitne ve fesadı ile yıkıldı. Ruslar, Orta Asya' yı; Çin ise Moğolistan, Doğu Türkistan, Tibet ve Çungarya' yı istila ettiler. Sovyet Cumhuriyetler Birliği yirminci asırda parçalandı ve Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan ettiler. 

Hindistan' da bilinen ilk büyük krallık M.Ö. 582 senelerinde Saisunagalar tarafından kurulmuştur. Büyük İskender' in M.Ö. 327' de istila ettiği Hindistan' da, bu zamanların en büyük devletini Budistler kurdular. Sekizinci asır başlarında (711 Müslümanlar buralara kadar gelerek İslamiyeti yaydılar. Uzun zaman bu beldeye hakim olarak devletler kurdular. Son İslam devletinin yıkılmasından sonra başta İngilizler olmak üzere bazı devletlerin sömürgesi olan Hindistan, ancak 1947 yılında bağımsızlığına kavuşabildi. 

Doğu Asya' da, tarihi en iyi bilinen memleket Çin' dir. Tarihi hakkında bilinen en eski bilgiler M.Ö. 1050 senelerine kadar uzanmaktadır. Çeşitli medeniyetlerin kurulduğu Çin, Ön Asya' daki Mezopotamya' ya benzemektedir. 1854 senesine kadar dışarı ile (Çin hariç diğer ülkelerle) irtibatı olmayan Japonya hakkında fazla bir bilgi elde edilememiştir. 

Ön Asya tam manasıyla medeniyetlerin beşiğidir. Mezopotamya' da Akkadlar, Sümerler, Babil, Hititler, Asurlar, Persler zamanımıza kadar eserleri kalabilen medeniyetler kurmuşlardır. Perslerden sonra kurulan Roma İmparatorluğu ve devamı olan Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu) bölgeye hakim oldu. İslamiyetin Mekke' den bütün dünyaya yayılmaya başlamasıyla birlikte bütün devletler ve medeniyetler yerini İslam devletlerine ve İslam medeniyetine bıraktı. Hz. Muhammed (SAV) zamanında başlayan ve büyük boyutlara ulaşan İslamiyetin yayılması ve insanların hak dini öğrenmeleri, Hulefa-i raşidin (4 büyük halife) Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde bütün dünyaya ulaştı. 

Atlas Okyanusundan Çin' e kadar, Hindistan' da Pencap' a, kuzeyden güneye her yere İslamiyetin adaleti, huzur, emniyet ve saadeti götürüldü. Birinci Dünya Savaşına kadar Osmanlıların ve Müslümanların elinde bulunan Ön Asya, çeşitli entrika ve harplerle parçalandı. Bu işte en büyük rolü İngilizler ve onlarla içli dışlı olup birlikte hareket ederek Ortadoğu' yu ele geçiren bölücü gruplar oynadı. 

Coğrafi Özellikleri

Kıtanın jeolojik yapısı üçe ayrılır: Yaşlı kayalardan meydana gelen birinci tabaka, genç kayalardan meydana gelen ikinci tabaka ve 10 ila 70 milyon yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen üçüncü jeolojik zamana ait kıvrımlardan meydana gelen üçüncü tabaka. Yaşlı kayalar; Sibirya, Çin, Arabistan ve Hind yarımadalarını meydana getirirler. Genç kayalar; Ural Dağlarından başlayıp bir S harfi şeklinde Gobi Çölünü geçerek Malezya ve Borneo' da son bulurlar. Üçüncü jeolojik zamana ait genç kıvrımlar; Türkistan' dan başlayıp, Tibet Yaylasına ve Himalayaları meydana getirdikten sonra Sumatra adalarına kadar uzanırlar. Bu kıvrımlarda birleşen yüksek dağlar, Asya' nın yüzey şekilleri bakımından en dikkati çeken yerleridir. 

Kafkas Dağları' nın bazı tepeleri 5600 metreyi geçer. Pamirlerde, Hindikuş ve diğer dağların birbirine en çok yaklaştıkları noktada yükseklik 6100 metreyi aşar. Karakurum, Tienşan, Kunlunşan, Himalayalar belli başlı dağ silsileleridir. Himalayalar en önemli sıradağlardır. Yükseklikçe fazla olmasının yanında geniş Hint ovalarının ardından birdenbire yükselmeleri dikkati çeker. Kançencanga Dağının yüksekliği 8585 m olup, kavurucu bir iklime sahiptir. Dünyanın en yüksek tepesi olan ve 8848 metreyi bulan Everest Tepesi de bu sıradağlardadır. 

Üçüncü jeolojik zaman kıvrımları bulunan yerlerde sık sık depremler ve volkanik patlamalar olur. Türkiye, İran, Pakistan ve Japonya bu hat üzerinde olup, son senelerde buralarda meydana gelen depremler büyük zararlara sebep olmuştur. 

Dünyanın en yüksek ve en kalabalık dağ silsileleri arasında yine dünyanın en büyük yaylaları yer almaktadır. Bunlardan en meşhuru Tibet Yaylası ve Orta Sibirya Yaylası' dır. Doğu Türkeli Yaylası, Pamir Yaylası, İran Yaylası, Stannovay ve Andır yaylaları da önemli yaylalardır. 

Akarsular yönünden oldukça zengin olan Asya' nın belli başlı akarsuları büyük alüvyon ovalarının meydana gelmesini sağlarlar. Sibirya' da Kuzey Buz Denizi' ne dökülen İrtiş ve Yenisey ırmakları büyük bir alüvyon ovası meydana getirirler. Doğudan batıya uzanan bu düzlüğün uzunluğu 2400 kilometredir. Pakistan' daki İndus, Hindistan' daki Ganj ve Brahmaputra ırmakları, Çin' deki Hoank Ho ve Yang Çe ırmakları alüvyon ovaları meydana getiren büyük nehirlerdir. 

Yenisey, Obi ve İrtiş ile Yang Çe, İndus, Hindistan' daki Ganj ve Brahmaputra en uzun ırmaklarıdır. Asya' da uzunlukları fazla, suları bol olan nehirlerden, sulama için suların depolanması ve hidroelektrik enerjisi temininde çok istifade edilir. Ayrıca tarım ve sanayinin ilerlemesinde geniş ölçüde faydaları olmaktadır. Nehir taşımacılığı gelişmiştir. 

Kıtada önemli yaylaların ve ırmakların yanı sıra, önemli ovalar da mevcuttur ki, bunlardan bazıları; Batı Sibirya Ovası, Ganj Ovası, Mezopotamya, Pencap, Çin ve Turan ovalarıdır. Hazar Denizi, kıtanın tek iç denizidir. Bazı coğrafyacılar Hazar Denizini göl olarak da kabul ederler. Aral Gölü, Baykal Gölü, Balkaş Gölü, Isık ve Van gölleri kıtanın önemli göllerinin başında gelirler. 
İklim ve Bitki Örtüsü

Her türlü iklimin görüldüğü Asya kıtasını dört iklim kuşağına ayırmak en uygun yoldur. Bunlar; kuzey ve kuzeydoğu Asya, Orta Asya, güney ve güneydoğu Asya ile Akdeniz ve Ekvator bölgesidir. Kıtanın kuzeyinde bulunan Kuzey Buz Denizi ve Kuzey Kutbu, bölgenin iklimini tamamen etkiler. Deniz, senenin birkaç haftası haricinde don halindedir. Irmaklar ancak yazın iki üç ay akabilir. Kalan zamanlarda don halindedir. 

Kuzeyi teşkil eden Sibirya bölgesinde sıcaklık kışın -50 dereceye kadar düşmekte, yazın ise, en sıcak mevsimde ancak 15 dereceye çıkabilmektedir. Kuzey kuşaktan hemen sonra gelen Orta Asya sert bir kara iklimine sahiptir. Tibet Yaylasının Himalaya ve diğer dağ silsilelerinin bulunduğu bölgede sıcaklık farkları çok yüksektir. Kara ikliminin bir başka özelliği olan yağışların az olması da haliyle mevcuttur. Güney ve Güneydoğu Asya bol yağışlı ılıman Muson iklimine sahiptir. 

Yağışlar mevsimlere göre değişiklik arz etmekte olup, yağışlarda en büyük tesir, yazın denizden karaya esen muson rüzgarlarıdır. Kışın tam aksi istikamette, yani karadan denize doğru esen muson rüzgarları, Hindistan' dan çıkıp denizi aşarak, Japonya' nın üzerinden geçerken, Japon adalarına bol yağmur yağmasına sebep olurlar. 

Ön Asya' da Akdeniz kıyılarında bulunan bölgelerde, ılıman Akdeniz iklimi hüküm sürer. Yaz mevsiminde çok sıcak olan bu bölge kış aylarında ılıman ve bol yağışlı olur. Ekvator bölgesindeki adalarda ise, bütün sene boyunca ortalama sıcaklığı 27°C olan ekvator iklimi hakimdir. Asya kıtasının en sıcak bölgesi Arabistan ve Irak bölgesidir. Bağdat' ta yazın sıcaklık gölgede 50 dereceye kadar çıkar. 

Her yönde olduğu gibi yağışlarda da büyük farklılıklar göze çarpar. Yağış ortalaması kuzeybatıdaki çöllerde sıfırdır. Cava, Sumatra, Borneo adaları ile Birmanya' nın bulunduğu güneydoğuda yağış ortalaması 3000 milimetreyi geçer. Akdeniz kıyıları genellikle kış aylarında bol yağış alır. Hindistan ve Birmanya' da yaz mevsimi boyunca devam eden yağışların arkasından sık sık kış kuraklığı gelir. 

Kurak mevsimin uzun olduğu bölgelerde mahsul yılda ancak bir defa ekilir. Yağışlar olmadığı zaman ekim yapılamadığından mahsul seneye kalmaktadır. Bu sebepten Hindistan ve Çin' de yağışların yetersiz olmasından dolayı zaman zaman büyük kıtlıklar olmuştur. Kurak mevsimin uzun olmadığı bölgelerde bir yılda iki defa mahsul alınabilir. 

Bitki örtüsü, tabii olarak iklime bağlı olduğu içindir ki, Asya kıtasının bitki örtüsü de iklimi ile çeşitlilik arz eder. Kuzey Buz Denizi yakınlarında, buz ve soğuktan dolayı sadece buzlar eridiği zaman ortaya çıkan yosun ve bir iki çeşit bitkiden müteşekkil bir bitki örtüsü mevcuttur. Hiç ağaç bulunmayan bu ovalık bölgede bulunan bu tip bitki örtüsüne "tundra" adı verilir. Tundra bölgesinin güneyinde Tayga denilen bölge yer alır. Meşe, çam, ladin vs. ağaçlarından meydana gelen bu balta girmemiş ormanlık bölge, kıtayı doğudan batıya bir yeşil kuşak gibi aşar. Bu Tayga bölgesinin güneyinde Orta Asya' nın tipik karakteri olan bozkırlar ve çöller şeridi uzanır. Bu şeridin güney sınırı olan Orta Asya dağ silsilelerinin akabinde bulunan Muson bölgesinde yaprak döken ağaçlar bol bulunur. Bu daha ziyade kıyı bölgeleridir. 
Fauna Özellikleri

Kuzey Buz Denizi kıyılarında ayıbalığı (fokbalığı), deniz ayısı, kutup ayıları ve bazı deniz kuşları bol miktarda bulunur. Sibirya ormanlarında ren geyiği, boz ayı, kurt, tilki, vaşak, kutup geyiği, sincap gibi orman hayvanlarına çok sayıda rastlanır. Bozkırlarında ceylan, karaca, at, deve, tarla faresi, dağ sıçanı, bıldırcın, bağırtlak, kırlangıç, çavuşkuşu gibi hayvanlar yaşar. Orta Asya çöllerinde ise kertenkele, yaban eşeği ve çöl geyiği gibi hayvanlar yaşamaktadır. 

Hindistan ve Çin, hayvan çeşidinin bol olduğu yerlerdir. Fakat ne yazık ki, bilgisizce ve usulüne uygun olmadan yapılan avlanmalar, çoğu hayvanın neslini tüketmiş, çoğunun ise tükenmeye yüz tutmasına sebep olmuştur. Kaplan ve panda, nesli azalan hayvan türlerinin başında gelmektedir. Çakal, misk kedisi ve firavun faresi, yaygın haldedir. Hindistan' da maymun, geyik, karaca, Hint gergedanı, Hindistan filleri, kartal, tavuskuşu, papağan, sülün, yalı çapkını, turna, balıkçıl, timsah, kobra yılanı ve komoda başta gelen hayvan türlerindendir. Tropikal bölgelerde maymun çeşitleri boldur. Arabistan'da ceylan sürüleri meşhurdur. Arap atı, bu bölgeye mahsus dünyanın en iyi cins atıdır ve kıymetlidir. 
Madenler

Maden bakımından oldukça zengin olan Asya kıtasında dünyada nadir bulunan uranyumdan, en bol bulunan kömüre kadar bütün madenler çıkarılmaktadır. Arabistan Yarımadasında, Sibirya'da ve Tibet Yaylasında petrol; Sibirya'da elmas, demir, petrol, kurşun; doğuda, altın, demir, mangan; Hindistan'da alüminyum, mika, mangan, demir; Pakistan ve Afganistan'da krom en önemli madenlerdendir. 
Nüfus Özellikleri

Asya' nın 3 milyarın üzerinde olan nüfusu, dünya nüfusunun % 60' ını teşkil eder. Dünyanın en kalabalık kıtası ünvanına da sahiptir. Asya nüfusunun % 55' i Muson bölgesinde yaşamaktadır. Sibirya nüfus yoğunluğunun en az olduğu bölgedir. En fazla olduğu bölge kilometrekareye 1.155 kişi ile Cava Adası, ikinci olarak 385 kişi ile Hindistan ve Çin' dir. Siyah, beyaz ve sarı ırkın her birinden çok sayıda insan kıta üzerinde yaşamaktadır. Dünyanın en büyük şehirlerinin bulunduğu yerler Muson Asyası' ndadır. Tokyo ve Şanghay nüfus itibariyle dünyanın en kalabalık yerleri sayılabilir. Çin, Hindistan, Japonya nüfus yoğunluğu bakımından en kalabalık yerlerdir. Büyük şehirleri Pekin, Seul, Tokyo, Tiyenşan, Ankara, Delhi, Karaçi, Bağdat, Dakka, Bombay ve Şam' dır. 

Ön Asya' dan, Hindistan' a kadar olan bölgede ve kuzey bölgelerde beyaz ırk, Güneydoğu ve Filipinlerde siyah ırk ve Orta ve uzak Doğu' da sarı ırk bulunur. Karma olan ırklar da bu kıtada mevcuttur. 40' tan ziyade ayrı devletin kurulu olduğu Asya kıtasında konuşulan diller de farklılık arz eder. 

Ana dil ailelerinin hepsinin bulunduğu (Sami, Hind-Avrupa, Ural-Altay, Çin-Tibet) Asya, konuşulan farklı lisan çokluğu bakımından Amerika ve Afrika' dan sonra üçüncü kıtadır. Arapça, Türkçe, Rusça, Farsça, Çince, Japonca, Bengali, Hint lisanları kullanılan genel dillerdir. Bunlardan Çince, dünyada en fazla kullanılan lisandır. Bundan sonra İngilizce gelmektedir. Dini inanışları da çok farklı olan Asya halkı, İslamiyet, Hinduizm, Budizm, Konfiçyüsizm, Taoizm, Şintoizm ve Hıristiyanlık dinlerine bağlıdırlar. 

Hindistan' da Müslümanlar ve ineğe tapan budistler ekseriyeti teşkil eder. Halkın kültür seviyesi genel olarak oldukça düşüktür. Halkın çoğu şehirlerde yaşamasına rağmen toprağa bağlı bir hayatları vardır. Halkın göçebe hayatı yaşayanları genel nüfus içerisinde küçümsenemeyecek kadar çoktur. Sosyal hayatın çok zayıf olduğu Asya' da (bilhassa Orta Asya ve Kuzey Asya' da) hayat standartları çok düşüktür. 
Ekonomik Özellikler

Asya'nın ekonomisi temel olarak tarıma dayalıdır. Asya' nın büyük bir kısmı tarım için pek elverişli değildir. Buna rağmen nüfusun yarısından çoğu tarımla uğraşır. Modern tarım araçlarından ziyade iptidai aletlerle tarım yapılır. Alüvyonlu ve volkanik topraklarda özel usullerle senede bir kaç defa ürün alınabilmektedir. Böylece dünya nüfusunun yarısından fazlasını beslemek mümkün olmaktadır. Rusya topraklarında devlet çiftliklerinde tarım yapılır. Bu bölgede, tanınan yeni haklarla şahsi mülkiyete doğru gidilmektedir. Buğday, yulaf ve çavdar başlıca ürünlerdir. Sulamanın yapıldığı Taşkent ve Semerkant' ta pamuk üretimi pek fazladır. Orta Asya ve Kafkaslarda ayçiçeği üzüm ve çay yetiştirilir. 

Güneybatı Asya' da da tarım, halkın uğraştığı en büyük iştir. Afganistan toprağının çorak olması verimi düşürmektedir. Türkiye, İran ve Irak, tahıl ve sebzenin bol yetiştiği yerlerdir. 

Nüfusun kalabalık olduğu muson Asyası' nda tarım çok küçük çiftliklerde yapılır. Genel olarak tarım elle yapılır. Modern usullerle ilaçlama ve gübreleme yapılmaz. Bunun yanında Japonya' da fenni usullerle tarım yapılır. Dönüm başına Hindistan' dakinin üç katı pirinç elde edilir. Pirincin çoğu Bangladeş, Hindistan, Birmanya, Tayland, Kamboçya, Vietnam ve Çin'deki büyük vadilerde yetişir. Dünya pirinç üretiminin % 90' ı bu bölgede üretilir. 

Hindistan ve Çin' de şekerkamışı, şekerpancarı, sebze, Güneybatı Asya' da ise muz en önemli ürünlerdir. Kauçuk üretimi önemli ölçüdedir. Sibirya ve Hindistan ormanlarında ormancılık yapılır. Balıkçılık da oldukça önemli bir yer tutar. Rusya hariç diğer memleketlerin balık üretimi dünya üretiminin % 37' sini teşkil eder. Büyük Okyanusta açık deniz balıkçılığı yapılmaktadır. Kıtada ulaşım imkanları oldukça kısıtlıdır. Orta ve Kuzey Asya bu hususta çok geridir. Bu bölgenin en önemli ulaşım yolu Sibirya' daki Tayga orman kuşağında bulunan demiryoludur. Diğer bölgelerde kağnı, yaygın bir ulaşım aracıdır. Güney bölgelerde bilhassa Çin ve Hindistan'da bisiklet yaygındır. 

Asya Kıtası; Eski dünya kara kütlesinin bir parçası olan Asya 44 391.163 km²' lik yüz ölçümü ile dünyanın en büyük kıtasıdır. Aynı zamanda 1.010 m' lik ortalama yükseltisiyle de dünyanın en yüksek kıtasıdır. Asya bu yükseltisini; dünyanın en yüksek zirvelerini bünyesinde barındıran Himalaya Dağları' na borçludur. 

Asya Kıtasının sınırlandırılması oldukça hassas bir konudur. Birçok coğrafyacı bu konuda fikirler ileri sürmüştür. 

Asya, kuzey-güney doğrultusunda 8.490 km genişliğindedir. Kıtanın en kuzeyinde, Rusya' da Çelyuskin Burnu (77° 42' 55'' K paraleli) yer alırken, en güneyinde, Malakka Yarımadasında ki Buru Burnu (1° 14' 17'' K paraleli) bulunur. Adaları esas aldığımız taktirde, Severneya Zemlya adası (81° 16' 23'' K paraleli) ile Endonezya' ya bağlı Rudi Adaları (11° 00' 19'' G paraleli) arasında 10 245 km' dir. 

Kıta doğu batı doğrultusunda; Türkiye' nin de en batı ucu olan Gökçeada' nın Avlaka Burnu (25° 38' 59'' D meridyeni) ile Çukçi Yarımadasında Dejnev Burnu (169° 40' 17'' D meridyeni) arasında 8 200 km' dir. 

Kıtanın özel konumu ise; Asya, kuzeyden Kuzey Buz Denizi ile sınırlıdır. Kuzey doğuda, Amerika' dan sığ bir deniz olan 100 km genişliğindeki Bering Boğazı vasıtası ile ayrılmaktadır. 

Kıta doğuda Büyük Okyanus (Pasifik Okyanusu) ile sınırlanır. Ancak kıyı açıklarında okyanus tabanından yükselen kuzey-güney doğrultulu dağların su üzerine çıkan kısımlarını oluşturan ada ve takım ada girlandları yer almaktadır. Burada; Aleut, Japon, Bonin ve Marian derin deniz çukurluklarından geçen ve "Andezit Hattı" adı verilen bir çizginin batısındaki bölge ile orada yer alan ada ve takım ada girlantları Asya anakarasına aittir. 

Kıtanın güneydoğu sınırı biraz karışık olmakla birlikte Sunda Adaları ile Arafura Denizi arasından geçen hat sınır olarak kabul edile bilir. Kıtayı güneyden Hint Okyanusu sınırlandırmaktadır. 

Asya' nın batı sınırı ise oldukça tartışmalı bir meseledir. Bu konuda bir çok araştırıcı farklı görüşler ileri sürse de, en doğru kabul edilen sınır; Ural Dağları, Ural Nehri, Maniç Oluğu, Karadeniz, Boğazlar, Ege Denizi, Akdeniz, Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz üzerinden çekilecek bir hattır. Bu hattın doğusunda kalan Anadolu ve Kafkaslar Asya' dan sayılırken Trakya Avrupa' ya dahil edilmektedir. 

Dünya üzerinde bulunan çeşitli en büyükler Asya' da toplanmıştır. Asya; kıtaların en genişi (44 391 163 km²) ve ortalama yükseltisi en fazla olanı ( 1 010 m)' dır. Ayrıca dünyanın en yüksek tepesi (Everest tepesi, 8 848 m), en büyük gölü (Hazar Gölü veya Denizi), en derin gölü (Baykal Gölü), dünyanın deniz seviyesinden en alçak yeri (Lut Gölü, göl yüzeyi -392 m), ve dünyanın en alçak havzası (Turfan Havzası -154 m) Asya kıtasında bulunmaktadır. 

Asya; 3.5 milyarı aşan nüfusu ile dünyanın en kalabalık kıtasıdır. Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin (1 284 303 705 kişi, 2002 tahmini) bu kıtada yer almaktadır. Asya dinlerinde doğduğu kıtadır. Semavi dinler arasında İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerinin her üçü de Ortadoğu' da ortaya çıkmıştır. Yine geniş kitlelere hitap eden Budizm ve Hinduizm de Asya menşeli dinlerdir. Asya aynı zamanda medeniyetler beşiğidir. Türk, Çin ve Hint medeniyetleri bu kıtada binlerce yıldır varlıklarını devam ettirmektedirler. Kıtada 100' ün üzerinde dil konuşulmaktadır. Kıtanın doğusunda sarı, güney kısmındaki adalarda siyah geri kalan kısımlarında ise beyaz ırktan insanlar yaşamaktadırlar.